ATATÜRK’ÜN ORDU’YA GELİŞİ 19 EYLÜL 1924
- Hüseyin Naim Güney

- 19 Eyl
- 3 dakikada okunur

1924 yılı… Kurtuluş Savaşı’nın üzerinden henüz birkaç yıl geçmişti. Anadolu, savaşın acı izlerini hâlâ taşırken, genç Cumhuriyet filizlenmeye çalışıyordu. Halk yorgundu, fakirdi ama gururluydu. Çünkü artık kendi kaderini kendi tayin eden bağımsız bir milleti vardı.
O yıllarda Ordu, küçük bir sahil kasabasından biraz büyüktü. Evleri tahta ve taş karışımı, sokakları dar ve çamurluydu. Elektrik yoktu; geceleri kandil ışıklarıyla aydınlanırdı. Ama insanların kalpleri, bir güneş gibi parlayan yeni bir umudun ışığıyla doluydu: Mustafa Kemal Paşa… Onu görmek, sesini duymak, elini sıkmak, Cumhuriyet’in kurucusunu bağırlarına basmak Orduluların en büyük hayaliydi.
Ve bu hayal 19 Eylül 1924’te gerçeğe dönüşecekti. O sabah Ordu’da bambaşka bir heyecan vardı. Gün doğmadan evlerinden çıkan kadınlar, çocuklar, gençler ve yaşlılar sahile doğru yürüyordu. Kimi başına en temiz yazmasını örtmüş, kimi yeni ütülenmiş gömleğini giymişti. Çocuklar ellerinde çiçeklerle koşuşturuyor, yaşlılar dua okuyarak sessizce bekliyordu.
Sahil boyu insan seliyle dolmuştu. Evlerin damları, ağaç dalları, hatta camilerin minareleri bile insanlarla kaplanmıştı. Herkesin gözleri denizin ufkundaydı. Çünkü Hamidiye Kruvazörü’nün dumanı her an görünebilirdi.
Saatler ilerledikçe heyecan artıyordu. Derken, öğleye doğru, uzaklarda koca bir geminin silueti belirdi. Güneşin ışıkları denizin üzerinden kırılırken, Hamidiye ağır ağır sahile yaklaşmaya başladı. O an kalabalıkta bir uğultu koptu. Kimileri “Yaşa Paşam!” diye bağırıyor, kimileri gözyaşlarını tutamıyor, kimi de diz çökmüş şükür duaları ediyordu.
Hamidiye’nin topları, göğü sarsan bir gürültüyle üç el ateş etti. Bu, hem bir selamlama hem de milletin gönlündeki coşkunun sembolüydü. İskelede büyük bir hareketlilik başladı. Motorbot denize indirildi. Ve işte o an: Gazi Mustafa Kemal, yanındakilerle birlikte motorbota bindi.
Denizin üstünde ilerlerken Orduluların gözleri onu seçmeye çalışıyordu. “İşte orada! İşte Paşa geliyor!” nidaları yükseldi. Motor iskeleye yanaştığında, zaman sanki durdu. Atatürk, dimdik duruşuyla, yüzünde o tanıdık tebessümüyle ayağa kalktı. Dalgalanan kalabalığa doğru elini kaldırdı.
Karaya ilk adımını attığında, minicik bir kız çocuğu, Makbule, ellerinde rengârenk çiçeklerle önüne çıktı. Utangaç bir sesle buketini sundu. Atatürk çiçekleri aldı, çocuğun başını okşadı. O küçücük dokunuş, bütün bir halkın kalbine işlenmişti.
Atatürk, halkın arasından geçerek şehrin içine doğru yürüdü. İnsanlar etrafında adeta bir deniz gibi dalgalanıyor, önüne çıkıp elini öpmek için yarışıyordu. Kimi ellerini açıp “Allah seni başımızdan eksik etmesin!” diye dua ediyor, kimi de gözyaşları içinde sadece bakıyordu. Çünkü onu görmek bile büyük bir mutluluktu.
İlk olarak Belediye’ye uğradı. Burada şehrin ileri gelenleri onu karşıladı. Ardından Halk Fırkasına gitti, kısa sohbetler yaptı. İnsanların yüzündeki sevinci görmek ona da ayrı bir güç veriyordu.

Ziyaret sırasında dikkat çekici bir karşılaşma yaşandı. Ordu’nun Müftüsü Ali Efendi ile Atatürk karşı karşıya geldi. Mustafa Kemal, ona sordu:
— Müftü Efendi, Kevser Suresi’nin manası nedir?
Müftü hiç duraksamadan cevapladı:
— Paşam, Kevser, dünyadaki bütün sanatları kapsar. Elektrik de bunun bir parçasıdır.
Atatürk’ün gözleri parladı. Bu sözler, milletin artık düşüncede de ilerlediğinin göstergesiydi. O an, dinin sadece bir ibadet değil, aklı ve bilimi de kapsayan bir yol olduğunu duymak onu ziyadesiyle mutlu etti.
Atatürk şehirde dolaşırken büyük bir bataklık gördü. Çamurların içinde sivrisinekler uçuşuyor, pis koku etrafa yayılıyordu. Yanındakilere döndü:
— Bu bataklık derhal kurutulmalı. Buraya, Orduluya yaraşır bir meydan yapılmalı, dedi.
Akşamüstüne doğru Atatürk, gençleri görmek istedi. Onu Ordu İdman Yurdu Kulübü’ne götürdüler. Sporcular sıraya girmiş, heyecanla onu bekliyordu. Atatürk onları dikkatle izledi. Beden eğitiminin yalnızca kas değil, aynı zamanda düşünceyi de geliştirdiğini söyledi.
Kulübün defterini eline aldı. Kendi el yazısıyla şu satırları yazdı:
“Ordu İdman Yurdu’nu ziyaret ettim. Gençleriyle tanıştım. Çok memnun oldum.”
Bu satırlar, Anadolu’da bir spor kulübüne atılan ilk imza olarak tarihe geçti. O an gençlerin gözlerindeki gururu görmek mümkündü. Çünkü onların idollerinin eli, kulüplerinin defterine değmişti.
Daha sonra Keçiköy İlkokulu’na gitti. Sınıflara girdi, öğrencilerle konuştu, öğretmenleri dinledi. Çocuklara sorular sordu, bilgilerini ölçtü. Okulun adını değiştirdi: Artık burası Yeşilyurt İlkokulu olacaktı. Çünkü yeşillikler içinde yükselen bu okul, Cumhuriyet’in yeni nesillerini yetiştirecekti.
Gün akşama dönmüştü. Hamidiye tekrar hareket etmeye hazırlanıyordu. Atatürk, Ordu halkının karşısına çıktı. Yorgundu ama yüzünde o bilindik huzur vardı. Sesini kalabalığın üzerine yükselterek konuştu:
— Beni candan karşıladınız, sevginiz beni çok duygulandırdı. Burada daha fazla kalmayı çok isterdim, fakat imkân bulamıyorum. Ancak şunu bilin ki Ordu’yu ve sizleri kalbimde taşıyacağım.

Kalabalık gözyaşları içinde onu dinledi. Kimileri ellerini semaya kaldırmış dua ediyor, kimileri çocuklarına “Bak, iyi bak oğlum, işte Atatürk!” diyordu.
Hamidiye ağır ağır açıldığında, sahildeki binlerce insan ellerini sallıyor, “Yaşa Paşam!” nidaları göğe yükseliyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Ordu’ya gelişi yalnızca bir ziyaret değil, bir şehrin kaderine dokunan unutulmaz bir hatıra olmuştu. O gün sahilde toplanan binlerce insanın gözlerinde parlayan sevinç, bataklığın yerine açılan meydanlarda filizlenen umut, spor alanlarında koşan gençlerde can bulan enerji, okullarda yükselen çocuk sesleriyle birleşti. Paşa, bir günlüğüne uğradığı bu küçük Karadeniz kentinin kalbine öyle derin bir iz bırakmıştı ki; Ordu artık o günkü Ordu değildi. O andan itibaren Cumhuriyet’in ışığını daha güçlü taşıyan, geleceğe daha güvenle bakan bir şehir olmuştu.
Kaynak: Sıtkı Çebi, Ordu Şehri Hakkında Derlemeler ve Hatırlar kitabı ,ORSEV Yayınları, 2000-Ordu

Yorumlar